NEVEVİ MİN HAC / ŞAHİDLİK

 

A. GENEL BİLGİLER

 

Şahidin Müslüman, hür, mükellef, adil, mürüvvet sahibi ol­ması ve şahitliğinde itham edilmemesi şarttır. Adaletli olmanın şartı ise, büyük günahları işlemekten sakınmak ve küçük günahları işle­mekte ısrar etmemektir. En sahih kavle göre, şahidin tavla oyna­ması haram, satranç oynaması ise mekruhtur. Ancak satrançta ta­raflar bir mal üzerine oynamayı şart koşarlarsa, bu kumar olur ve şahitlikleri kabul edilmez.

 

Süratli gitmeleri için develerin arkasında şiir söylemek veya dinlemek mubahtır. Saz eşliğinde olmaksızın yüksek sesle şarkı söylemek veya şarkı dinlemek mekruhtur.

 

İçki içenlerin şiarı olan ud ve cenk çalmak, Iraklıların zur­nasını öttürmek gibi çalgı aletlerini kullanmak veya dinlemek ha­ramdır. En sahih kavle göre, kaval çalmak haram değildir. Ben diyo­rum ki kaval çalmak, en sahih kavle göre haramdır. Allah daha iyi bilir.

 

Gelin ve damat için def çalmak, keza en sahih kavle göre, baş­ka şeyler için def çalmak caizdir. Defte ses çıkaran halkalar bulunsada hüküm böyledir. Darbuka çalmak haramdır. Darbuka, ortası dar olan uzun davuldur. Raks denilen oyunu oynamak haram değildir. Ancak mühannaslarm yaptıkları gibi dizleri kırarak raks etmek ha­ramdır. Şiir yazıp söylemek ise mubahtır. Fakat bir müslümanı veya suçsuz bir kafiri kötüleyen, haddi aşarak öven veya belli bir kadını tanıtan şiirleri söylemek haramdır.

 

Mürüvvet; kişinin bulunduğu belde ve zamanındaki emsali in­sanların ahlakı ile ahlaki anmasıdır. Buna göre, kişinin çarşıda ye­mek yemesi, kendisi için uygun olmadığı halde çarşıda açık başlı gezmesi, insanların huzurunda eşini veya cariyesini öpmesi, sık sık güldürücü hikayeler anlatması, kendisi için adet olmadığı halde fa-kihin kaftan giymesi ve kalansüve takması, kişinin satrançla çok oy­naması, sık sık şarkı söylemesi veya şarkı dinlemesi veya raksa de­vam etmesi mürüvvetini düşürür. Mürüvveti düşüren fiiller; şahıs, durum ve mekana göre değişir. Kişinin kendisine layık olmayan ku­pa, çöpçülük veya dabakcılık yapması gibi düşük işlerde çalışması mürüvvetini düşürür. Ancak yaptığı iş, örfe göre kendisinin mesleği olmuşsa veya babasının mesleği ise, en sahih kavle göre mürüvveti­ni düşürmez.

 

İthama gelince, şahidin şehadet etmesiyle kendisine bir fayda sağlaması veya kendisinden bir zararı def etmesidir.

 

Kişinin kölesi veya mukâteb kölesi lehine, ölmüş veya iflas se­bebiyle kısıtlılık altında bulunan borçlusunun lehine veya vekalet ettiği şeyin lehine şahitlik etmesi kabul edilmez. Ayrıca onu zamin kılan kimsenin borçtan beri olduğuna veya yaralama sonucu mi­rasçısının lehine şahitlik etmesi kabul edilmez. Şahidin mirasçı ol­duğu kişi hastalanır veya yaralanırsa, henüz iyileşmeden malı hakkındaki şahitliği en sahih kavle göre kabul edilir.

 

Akile, katilin şahitlerinin fasık olduklarına şahitlik ederlerse kabul edilmez. Müflisin üzerinde alacaklılarının başka alacakları ol­duğunu söyleyen şahitlerin fasık olduklarına şahitlik edenlerin de şahitlikleri kabul edilmez.

 

Bir kimsenin terikesinden iki kişiye vasiyette bulunduğuna iki kişi şahitlik eder de, o iki kişi terike sahibinin bu iki şahide de aynı terikeden vasiyette bulunduğuna şahitlik ederlerse, şahitlikleri ka­bul edilir.

 

Kişinin usulü (anası- babası) ve füru'u (çocukları) lehine yapa­cağı şahitlik kabul edilmez. Fakat aleyhlerine yapacağı şahitlik ka­bul edilir. Keza üve'y annelerini boşadığı veya ona kazif isnadında bulunduğu hakkında çocukların babaları aleyhinde yapacakları şa­hitlik en zahir kavle göre kabul edilir. Kişi, bir yabancı ve fer'i lehin­de şahitlik ederse, en zahir kavle göre şahitliği çocuğu için değil ya­bancı için kabul edilir.

 

Ben diyorum ki; kadının kendi kocasına, kocanın kendi karısı­na, kardeşin kardeşe veya kişinin kendi arkadaşına şahitliği kabul edilir. Allah daha iyi bilir. Aralarında dünya menfaati yüzünden düş­manlık bulunanların birbirlerine şahitlik etmeleri kabul edilmez.

 

Düşman; kişiyi sevmeyen, kişinin elindeki nimetin yok ol­masını istiyen, sevincine üzülen ve başına gelen musibete sevinen kimsedir. Düşmanın düşmanı lehindeki şahitliği kabul edilir. Keza aralarında dini düşmanlık bulunanların, birbirleri aleyhindeki şa­hitlikleri kabul edilir. Kafirin aleyhinde müslümanm ve bid'atçmm aleyhinde sünnînin şahitlik etmesi gibi.

 

Tekfir etmediğimiz bid'atçmm şahitliği kabul edilir. Ancak prensip sahibi olmayan gafilin ve mübadirin (iddiadan önce şahitlik­te bulunanın) şahitliği kabul edilmez. Allah'ın hakkı olan işlerde hasbi şahitlik kabul edilir. Allah'ın hakkının te'kidli bulunduğu; bo­şanma, köleyi hürriyetine kavuşturma, kısası affetme, iddetin bitti­ği veya bitmediği ve Allah'ın hakkına taallûk ettiği hallerde hasbi şahitlik kabul edilir. Keza en sahih kavle göre, nesep ile ilgili işlerde de hasbi şahitlik kabul edilir.

 

Hakim iki şahidin ifadesine göre karar verir de sonra her iki şa­hidin kafir oldukları veya köle oldukları veya çocuk oldukları an­laşılırsa, hakim veya bir başkası kararı bozar. Keza en zahir kavle göre şahitlerin fasık oldukları anlaşılırsa, yine kararı bozmak gerekir.

 

Şahitliği üstlenen kafir veya kölenin taşıdığı sıfat kalkar veya çocuk kemale erdikten sonra şahitlikte bulunursa, şahitliği kabul edilir. Fasık kişi tövbe ederse ve daha önce şahitlik ettiği davaya ye­niden şahitlik ederse, şahitliği kabul edilmez. Daha önce şahitlik et­tiği kişinin bir başka davasına şahitlik ederse kabul edilir. Fakat tövbe ettikten sonra tövbesinde sadık olduğu anlaşılacak kadar bir sürenin geçmesi lazımdır. Alimlerin çoğu bu sürenin bir sene olduğunu takdir etmişlerdir.

 

Sözle olan masiyette kişinin sözle tövbe etmesi şarttır. Meselâ, zina suçu isnadında bulunan şöyle demelidir: "İsnat ettiğim zina su­çu geçersizdir. Bunu söylediğime pişmanım. Bir daha zina suçunu is­nat etmeye dönmem." Keza yalan şahitlikte bulunan da bu şekilde tövbe etmelidir. Ben diyorum ki; içki içmek ve zina etmek gibi sözle olmayan masiyetten tövbe etmenin şartları şunlardır: İşlenen günahı terk edip bir daha işlememek; o günahı işlediğine pişman ol­mak; bir daha günaha dönmemeyi azmetmek. İşlenen günah, kul hakkına taallûk ediyorsa, bu şartlarla birlikte hak sahibinin hakkını iade etmek. Allah daha iyi bilir.

 

 

1. Erkeklerin Şahitliklerinin Kabul Edildiği Haller ve Şahidin Sayısı

 

Bir şahidin şahadetiyle karar verilemez. Ancak ramazan hilâli­nin tespiti için en zahir kavle göre, bir kişinin şahitliği ile karar ve­rilebilir.

 

Zina suçunu tespiti için dört erkeğin şahitlik etmesi şarttır. Zi­na yaptığını ikrar edene, en zahir kavle göre iki kişinin şahitlik et­mesi şarttır. Bir kavle göre ise dört kişinin şahitlik etmesi şarttır.

 

Mal tespiti, satış, ihale, havale ve tazminat gibi akidler ile mu­hayyerlik ve veresiyeli akid gibi mali bir hakkın tespiti için, iki er­kek veya bir erkek ve iki kadının şahitlik etmesi şarttır. Bu akidler-den başka Allah veya kul hakkına taallûk eden nikah, boşama, ric'at, İslam'a girme, dinden dönme, cerh etmek (şehadet ehliyetini engelleyici kusurları ortaya çıkarma), ta'dil etmek (şahidin adil ol­duğunu tespit etmek), ölüm, fakirlik, vekaiet, vasiyet ve şahitlik üzerine şahitlik etmek gibi konularda çoğunlukla erkeklerin bilece­ği hususlarda iki erkeğin şahitlik etmesi şarttır.

 

Sadece kadınların bilmesine mahsus olan veya genellikle er­keklerin görmesi mümkün olmayan; bekaret, doğum, hayız, süt em­me ve Örtülü olması gereken kusurlarda yukarıda geçtiği gibi iki er­kek veya bir erkek ile iki kadının veya dört kadının şahadetiyle tes­pit edilir. Bir erkek ve iki kadının şahadetiyle tespit edilmeyen dava, bir erkek ve davacının yeminiyle tespit edilemez. Bir erkek ve iki kadının şahadetiyle tespit edilen dava, bir erkek ve yeminle de tes­pit edilebilir. Ancak kadınların sair kusurları iki kadının şahadeti ve yeminle tespit edilemez.

 

Davacının şahidi şahidlik edip, adil olduğu anlaşıldıktan sonra kendisi de yemin etmelidir. Davacı yemininde şahidinin doğru söyle­diğini zikretmelidir. Şayet davacı yemin etmez de hasmının yemin etmesini talep ederse hakkıdır. Davalı yemin etmekten çekinirse, en zahir kavle göre davacı yemin eder.

 

Bir kimse başkasının elinde bulunan cariye ve çocuğunun ken­disine ait olduğunu iddia ederek: "Bu cariye ümmü veledimdir, mülkiyetimde iken hamile olmuştur." der ve şahit göstererek yemin ederse, istilâd sabit olur. En zahir kavle göre bu delille çocuğun ne­sebi ve hürriyeti sabit olmaz.

 

Bir kimse başkasının elinde bulunan bir kölenin kendisine ait olduğunu iddia ederek: "Bu benim kölemdir, onu azad etmiştim." der ve şahit göstererek yemin ederse, mezhep alimlerince kabul edi­len rivayete göre, köle elinden alınır ve hürriyetine kavuşturulur.

 

Birkaç mirasçı bir malın mirasçı oldukları şahsa ait olduğunu iddia ederek şahit gösterirler de bununla birlikte bazıları yemin ederlerse hisselerini alırlar, yemin etmeyenler buna ortak olmazlar. Yemin etmeyen hazır olup buluğ çağma ermişse, yeminden vazgeç­tiği için bir hak iddia edemez. Hazırda değilse veya çocuk veya deli ise mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre hissesi bekletilir. Engel ortadan kalktıktan sonra yemin eder ve şahitlerin tekrar şa­hitlikte bulunmalarına gerek kalmadan hissesi verilir.

 

Kişinin görmeksizin zina, gasp, itlaf ve doğum (nesep tespiti) gibi fiillere karşı şahit göstermesi caiz değildir. Sağırın fiil ile ilgili şahadeti kabul edilir.

 

Söylenen sözlere şahitlik etmek için akidlerde olduğu gibi, sözleri işitmek ve söyleyeni görmek şarttır. Âmânın şahitliği kabul edilmez. Ancak fail yaptığını âmânın kulağında ikrar eder de âmâ onu yakalayıp hakimin huzuruna götürüp şahitlik ederse, en sahih kavle göre şahitliği kabul edilir.

 

Gözleri gören kimse, şahitliği üstlenir de sonra görme kabiliye­tini yitirirse şahitlik edeceği kimsenin ismini ve nesebini biliyorsa şahitliği kabul edilir.

 

Bir kimse bir şahsın sözünü işitir veya işlediği fiili görür de bizzat kendisini tanır ve ismini ve nesebini biliyorsa, ona şahitlik ederken kendisi hazır ise ona işaret eder. Hazır değilse veya vefat et­mişse ismini ve nesebini zikreder. Nesep ve ismini bilmiyorsa hazır olmayana veya vefat edene şahitlik edemez.

 

Sesine itimat ederek perde arkasında bulunan kadın (münte-kibe) için yapılan şahitlik sahih değildir. Fakat kadım bizzat tanır veya ismini ve nesebini biliyorsa şahitliği caizdir. Şahit müntekibe için şahitlik ederken bildiği şeylere şahitlik eder. Müntekibe için şa­hitliği üstlenen şahidin, bir veya iki adil kişinin verdiği bilgiler da­hilinde şahitlik etmesi, meşhur kavle göre caiz değildir. Şahit meş­hur görüşün hilâfına amel ederse şahitliği caiz olmaz.

 

Birkaç kişi delil göstererek bir adamda başkasının bir hakkı ol­duğunu iddia ederler de davacı davalının tescilini isterse, kadı da­valının bilyesini sicile geçirir. Ancak şahitlerle tespit edilmedikçe da­valının isim ve nesebini tescil edemez.

 

Şahit kişinin baba yönünden nesebini veya kabilesini tespit et­mek için duyduğu bilgilere göre şahitlik edebilir. Keza en sahih kav­le göre, bir kimsenin annesini tespit etmek ve mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, kişinin öldüğünü tespit etmek için şahi­din duyduğu bilgilere göre şahitlik etmesi caizdir. Azadlık, velayet, vakıf, nikah akdi ve bir mülkiyetin tespiti için duyduğu bilgilere göre, şahidin şahitlik etmesi en sahih kavle göre caiz değildir. Ben diyorum ki; muhakkik alimlerin çoğunluğunca esah görülen, yu­karıda belirtilen meselelerin tümünde şahidin duyduğu bilgilerle şa­hitlik etmesi caizdir. Allah daha iyi bilir.

 

Duyulan bilgilerle yapılan şahitlikte haberin, yalan üzere bir­leşmeleri mümkün olmayan bir cemaattan duyulması şarttır. Zayıf kavle göre, haberin adil iki kişiden duyulması yeterlidir.

 

Bir kimsenin eli altında bulundurduğu malın veya eli altında bulundurup kısa bir zaman tasarrufunda bulundurduğu malın ken­disine ait olduğuna şahitlik etmek caiz değildir. En sahih kavle göre uzun bir müddet tasarrufunda bulunduruyorsa, ona şahitlik etmek caizdir. Akarda şahitlik etmek için iddia edenin mal sahibi gibi barınmak, yıkmak, bina yapmak, satmak ve rehine vermek gibi bir akidle onda tasarrufta bulunması şarttır.

 

Fakir olduğunu iddia edene şahitlik eden kimse, delil ve kişi­nin zarar ve darda olduğu zamana göre fakirliğine şahitlik etmelidir.

 

 

2.  Şahitlikte Bulunmanın Hükmü

 

Nikah akdine şahitlik etmek farz-ı kifâyedir. Keza ikrarda (iti­rafta) bulunana, mali tasarrufta bulunana ve yazılan senede şahit­lik etmek en sahih kavle göre farz-ı kifâyedir. Bir mesele için ikiden fazla şahit yoksa, her ikisinin şahitlik etmesi gerekir. Bunlardan bi­ri şahitlik eder de diğeri şahitlikte bulunmaz ve hakim davacıya: "Onun yanında sen de yemin et." derse günahkar olur.

 

Şahitler birkaç tane olursa, şahitlik yapmak farz-ı kifâyedir. Davacı iki kişinin şahitlikte bulunmalarını talep ederse, en sahih kavle göre onların şahitlik yapmaları farzdır. Şahit bir tane olur ve söz konusu mesele bir şahit ve yemin ile tespit edilen bir mesele ise, o şahidin şahitlikte bulunması kendisine farzdır. Aksi halde kendisi­ne farz değildir. Zayıf kavle göre, bir tek şahit şahitliği özel olarak üstlenmişse, şahitlikte bulunması lazımdır. Olaya tesadüfen şahit olmuşsa şahitlik yapması lazım gelmez.

 

Şahitlik yapmanın vücub şartları şunlardır:

 

1-Tebligat yapılan şahit, hüküm meclisine adve (erkenden mahkemeye yetişip aynı günde eve dönme imkanı veren uzaklık) mesafesi kadar uzaklıkta bulunmalıdır. Zayıf kavle göre bu mesafe, namazı kısaltmayı caiz kılan mesafeden kısa olmalıdır.

 

2- Şahitler adil olmalıdır. Tebligat yapılan şahit fasık ise, yani icma delili ile fışkı gerektiren bir fiili işlemişse, şahitlik etmesi vacib değildir. Zayıf kavle göre, işlenen fiilin fışkı gerektirip gerektirmedi­ği ihtilaflı olsa bile yine şahitlik etmesi vacib değildir.

 

3- Şahit, hastalık gibi bir mazeretle mazur olmamalıdır. Maze­reti olan şahide iki kişi şahitlik eder veya onu dinlemek üzere hakim birini gönderir de gelip durumu hakime anlatırsa caizdir.

 

 

3.  Şahitlik Üzerine Şahitlik Etmek

 

Haddi gerektiren davalar hariç, diğer davalar ile insanların hakkına taallûk eden davalarda mezhep alimlerince kabul edilen ri­vayete göre şahitlik üzerine yapılan şahitlik kabul edilir.

 

Şahitliği üstlenmek, asli şahidin başkasını kendisine şahitlik etmesini istemesidir. Meselâ asli şahit: "Ben şunu şahit tutuyorum." veya "Seni şahit tutuyorum." veya "Sen şahitliğim üzerine şahitlik et." der veya bir kimse hakimin huzurunda yapılan şahadeti dinler ve bunun üzerine şahitlikte bulunur veya "Falan kişinin filânda satılan malın bedeli olan bin liranın olduğuna veya bedel dışında, meselâ alacağı bulunduğuna şahitlik ediyorum." derse, bir veçhe göre bu meselede şahitlik üzerine şahitlik yapmak yeterli değildir. Tabi şahit asli şahidin: "Filânın falan üzerinde şu kadarı vardır de­diğini işittim." demesi veya "Şu kadarına şahitlik ediyorum." veya "Elimde delil var." demesi yeterli değildir.

 

Tabi şahit şahitlik esnasında şahitliği üstlenme yönünü beyan etmelidir. Şayet bununla beyanda bulunmaz da hakim onun bilgisi­ne güvenirse, bunda bir beis yoktur.

 

Bir kimsenin şahitliği reddedilen kişinin şahitliğini üstlenme­si ve bir kadının başkasının şahitliğini üstlenmesi sahih değildir.

 

Asli şahit ölür veya hazırda olmaz veya hasta olursa tabi olan şahit şahitliği üstlenmekten men edilmez. Tabi şahit mürted veya fasık olur veya aralarına bir düşmanlık girerse, şahitliği üstlenmek­ten men edilir. En sahih kavle göre asli şahidin delirmesinin hükmü, ölmesinin hükmü gibidir. Fasık, köle veya çocuk olan tabi şahit, şa­hitliği üstlenir de bu manileri kalktıktan sonra şahitlik ederse, şa­hitliği kabul edilir. İki kişinin, iki şahidin şahitliği üzerine şahitlik etmesi yeterlidir. Bir kavle göre bir erkeğin veya bir kadının şahitli­ğine iki kişinin şahitlik etmesi şarttır.

 

Şahitlik üzerine şahitliğin kabul edilmesinin şartları şun­lardır:

 

1- Asli şahit mazur olmalıdır. Ölüm veya körlük sebebiyle hazır bulunması zor olmalı veya hastalık gibi bir özrü olmalıdır.

 

2- Asli şahit adve mesafesi kadar uzak olan bir mesafede ol­malıdır. Zayıf kavle göre bu mesafe, namazı kısaltmayı caiz kılan mesafe kadar olmalıdır.

 

3- Tabi olan şahit asli olan şahidin ismini söylemelidir. Tabi şa­hitlerin asli şahidi tezkiye etmeleri şart değildir. Şayet tezkiye eder­lerse kabul edilir. Tabi şahitler, iki adil veya birkaç adil şahidin şahitliği üzerine şahitlik ederler de isimlerini söylemezlerse şahitlikle­ri caiz olmaz.

 

 

4. Şahitlikten Dönmek

 

Dava karara bağlanmadan şahitler şahitlikten dönerlerse, ifa­delerine göre karar verilmez. Dava karara bağlandıktan sonra ve id­dia edilen mal sahibine verilmeden şahitlikten dönerlerse, mal sahi­bine iade edilir. Hadler ile ilgili bir davada ise, karardan sonra ve ce­za tatbik edilmeden şahitlikten dönerlerse, ceza tatbik edilmez. Ce­za tatbik edildikten sonra dönerlerse karar bozulmaz.

 

Tatbik edilen kısas dinden dönme sebebiyle öldürme, zina rec-mi veya değnek cezası gibi bir ceza ise ve bu ceza sebebi ile suçlu ölür de şahitler: "Biz kasıtlı şahitlikte bulunduk." derlerse, kendile­rine kısas cezası uygulanır veya kendilerinden ağır diyet alınır. Ha­kim, kararı kasıtlı olarak uyguladım derse, ona kısas cezası gerekir. Hakim: "Kararı kasıtlı olarak uygulamadım." der ve şahitler, kasıtlı olarak şahitlikte bulunduk deyip dönerlerse, hepsine kısas uygu­lanır. "Hata ettik." derlerse, diyetin yarısını hakim diğer yarısını da şahitler öder.

 

Tezkiyeci yaptığı tezkiyeden dönerse, en sahih kavle göre malı tazmin eder. Veli tek başına şahitlikten dönerse, ona kısas veya di­yet düşer; şahitlerle birlikte dönerse aynı şekilde kendisine kısas ve­ya diyet düşer. Zayıf kavle göre veli ve şahitler cezada ortak olurlar.

 

İki kişi bir kimsenin karısını bain talâkla boşadığma veya ara­larında süt emmenin gerçekleştiğine veya liana şahitlik ederler de hakim onları ayırır ve şahitler şahitlikten dönerlerse, ayrılık devam eder ve şahitlerin kocaya mehri misil vermeleri gerekir. Bir kavle göre, ayrılmaları cinsel ilişkiden önce ise mehri misilin yarısını ve­rirler.

 

İki kişi bir şahsın karısını boşadığma şahitlik eder ve hakim aralarını ayırdıktan sonra şahitlikten dönerler de başkaları ara­larında süt emmenin gerçekleştiğine şahitlik ederlerse, aralarında mahremiyet oluşur. Bu takdirde şahitler borçlu duruma düşmezler.

 

Biı mala şahitlik edenler şahitlikten dönerlerse, en zahir kav­le göre borçlu duruma düşerler. Bütün şahitler şahitlikten dönerlerse, zayi ettikleri mal kendilerine bölüştürülür. Bir kısmı dönerler de iki kişi şahitlik ederlerse borçlu duruma düşmezler. Zayıf kavle göre her biri kendisine düşen hisseyi ödemekle yükümlü olur.

 

Şahitlikte bulunanların sayısı ikiden az ise ve bu sayı üzerine ziyadelik olmazsa, şahitlikten dönenler paylarına göre malı ödemek­le yükümlü olurlar. Şahitlikten dönenlerin sayısı nisaptan fazla ise, her biri nisaptan payına düşeni öder. Zayıf kavle göre ise sayılarına göre öderler yani, iki kişi üçte iki öder. Şahitlikten dönenler bir er­kek ve iki kadın ise, malın yarısını erkek diğer yarısını da her iki kadın öder. Süt emmeye bir erkek ve dört kadın şahitlik eder de şa­hitlikten dönerlerse erkek malın üçte birini, kadınlar da malın üçte ikisini öder. Bir erkek veya iki kadın şahitlikten dönerse en sahih kavle göre malı ödemezler.

 

Mali bir davada bir erkek ve dört kadın şahitlik ederse, bunun hükmü zayıf kavle göre, süt emmenin hükmü gibidir. En sahih kav­le göre, malın yarısını erkek diğer yarısını da kadınlar öder. Kadınların erkekle birlikte şahadetten dönmeleri veya sadece kadın­ların dönmeleri durumunda hüküm aynıdır. Şayet iki kadın şahitlik etmekten dönerse, en sahih kavle göre geriye kalan bir erkekle iki kadın borçlu duruma düşmez.

 

Evli bir kimsenin zina ettiğine şahitlik eden kimse, kadı zani-yi recm ettikten sonra şahitlikten dönerse veya talâkın veyahut azadlığm talik edildiği şartla birlikte talâkın bağlandığı sıfatın vaki olduğuna şahitlik eden, talâk ve azadlık gerçekleştikten sonra şahit­likten dönerse, zinaya ve talâkın bağlandığı sıfata şahitlik edenler dışında diğerleri bir şey tazmin etmiş olmazlar.

 

 

 

B. DAVALAR VE DELİLLER

 

 

Kısas ve kazif haddi gibi cezaların uygulanması için hakime müracaat yapılması şarttır.

 

Bir kimse bir malı hak eder ve fitne çıkmasından korkmazsa, hakime müracaat etmeden malını alabilir. Fitne çıkmasından çeki-nirse, hakime başvurması vacibtir. Fakat borcunu eda etmekten im­tina etmeyen alacaklısından borcunu talep edebilir. Ancak borcuna karşılık ondan bir şey alması helal değildir. Borçlu borcu inkar eder de borcu ispat edecek bir delil yoksa, hak sahibi onun malından hak ettiği malın cinsinden malını alabilir. Keza hak ettiği malının cinsin­den bir şey yoksa, mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, aynı olmayan maldan da alabilir. Şayet borcu ikrar eder ve vermek­ten imtina ederse veya borcu inkar eder de davacının delili varsa, hakime müracaat etmeden de hakkını alabilir. Zayıf kavle göre, her iki durumda da hakime müracaat etmesi vacibtir.

 

Hak sahibinin hakkını kendisi alması caiz olunca, kapıyı kırıp veya duvardan gedik açıp mala ulaşması gerekiyorsa bunu yapabilir. Kendi hakkının cinsinden bir mal varsa, ondan alıp mülkiyetine ge­çirir. Aynı cinsten değilse aldığı malı satar. Zayıf kavle göre, malı sa­tabilmesi için hakime başvurması vacibtir. En sahih kavle göre, hak sahibi alacaklısından ele geçirdiği maldan sorumludur. Malı satma­dan veya temellük etmeden telef olursa tazmin eder. Kendi hakkının miktarı kadar alabilme imkanı varsa fazlasını alamaz. Hak sahibi hakkını alacaklısının alacaklısından da alabilir.

 

En zahir kavle göre davacı, sözü apaçık olana muhalif kimse­dir. Davalı ise, sözü apaçık olana uygun kimsedir. Karı ve koca cin­sel ilişkiden önce İslam'a girer de koca: "ikimiz beraber Müslüman olduk aramızda nikah devam ediyor." der, kadın da: "Biz beraber müslüman olduk aramızda nikah devam etmiyor." derse, koca da­vacı sayılır.

 

Bir kimse başkasında parasının bulunduğunu iddia eder de de­ğerleri değişik ise paranın cinsini, nevini, miktarını, kırık veya sağ­lam para olduğunu belirtmesi şarttır. İddia edilen mal bir hayvan ise ve bir sıfatla nitelendirilmesi mümkün ise, selem bahsinde geçen vasıflarla nitelendirmesi lazımdır. Zayıf kavle göre, bu vasıflar ile birlikte malın değerinin zikredilmesi vacibtir. İddia edilen mal, kıymeti takdir edilebilen bir mal olup telef olursa, değerinin zikre­dilmesi vacibtir.

 

Bir kimse bir kadını nikahladığını iddia ederse, en sahih kavle göre evlendiğini mutlak surette iddia etmesi yeterli değildir. "O kadını reşid olan veli ve adil iki şahidin huzurunda nikahladım."- de­melidir. Şayet kadının akde rıza göstermesi şart koşulmuşsa, "kadının rızası ile"  cümlesini  de eklemesi lazımdır.   Nikahladığı

 

kadın cariye ise en sahih kavle göre, zinaya girmekten korktuğunu ve hür bir kadınla evlenmek için mehir vermekten aciz olduğunu söylemesi vacibtir. İddia edilen dava satış veya hibe akdi gibi mali bir dava ise en sahih kavle göre, bunu mutlak şekilde zikretmesi ye­terlidir.

 

Bir kimse bir şahsın bir başkasında bir hakkı olduğunu iddia eder ve delil gösterirse, davalının davacıya yemin ettirme hakkı yok­tur. Davalı kendisinde olan hakkı eda ettiğini veya beri kılındığını veya bir malı satın aldığını veya kendisine hibe edilip kabz ettiğini iddia ederse, davayı reddetmesi için davacıya yemin verdirebilir. Ke­za davalı, davacının şahitlerinin fasık olduklarını veya yalan söyle­diklerini bildiğini iddia ederse, en sahih kavle göre davacıya yemin ettirebilir. Şayet davalı davayı def etmek için mühlet isterse, kendi­sine üç gün mühlet verilir.

 

Bir kimse baliğ bir kişinin köle olduğunu iddia eder de o da hür olduğunu söylerse, yemin ile birlikte baliğ olanın sözü kabul edilir. (Çünkü insanın hür olması asıldır.) Bir kimse, eli altında olmayan küçüğün köle olduğunu söylerse, şahit göstermedikçe sözü kabul edilmez. Eli altında olup ve buluntu olarak ele geçirdiği bilinmezse, kendisine ait olduğuna hüküm verilir. Küçük davayı inkar ederse, mümeyiz de olsa sözü kabul edilmez. Zayıf kavle göre, hükmü baliğ olanın hükmü gibidir. Yani şahit göstermedikçe köle olduğuna hüküm verilemez. Bir kimse başkasında vadeli borcu olduğunu id­dia ederse, en sahih kavle göre davası dinlenmez.

 

 

1. Davalının İddiaya Cevap Vermesi

 

Davalı, davaya karşı cevap vermekten sükut edip bunda ısrar ederse hükmü, davayı inkar edip yemin etmekten çekinen kimsenin hükmü gibi olur.

 

Bir kimse bir şahısta on lirasının olduğunu iddia eder, davalı da: "Senin bende on liran yoktur." derse, davayı tespit için bu itiraz yeterli olmaz. Ancak "Bende ne on liran ne de onun bir kısmı vardır." demeli ve böyle yemin etmelidir. Şayet kendisinde on liranın olmadığına yemin eder ve başka bir şey söylemezse, yemin etmekten çekinmiş sayılır. Davacı davalıda on liradan az bir hakkı olduğuna yemin ederse iddia ettiğini alır.

 

Bir kimse bir sebebe atıfta bulunarak meselâ, davacı davalıya: "Sana şu kadar borç vermiştim." derse, bunun cevabında davalının: "Bende bir hakkın yoktur." demesi yeterlidir. Davacı, şüf a hakkı ol­duğunu iddia eder de davalı: "Bende bir hakkın yoktur." veya "Or­tak malı teslim almaya hakkın yoktur." demesi yeterli olup davalı bu cevaba göre yemin eder. Davacı, menfî sebebi zikrederek (sen bana borç vermedin gibi) cevap verirse, davalı bunun üzerine yemin et­melidir. (Allah'a yemin ederim ki sana borç verdim gibi.) Zayıf kav­le göre, davalı mutlak şekilde davayı reddederek yemin eder.

 

Bir kimsenin eli altında bir rehine bulunur veya kira akdiyle elinde bir mal bulundurur da sahibi malını iddia ederse, davalının: "Onu sana teslim etmek bana lazım gelmez." demesi yeterlidir. Bir kimse başkasında bulunan bir malın kendisine ait olduğunu iddia eder de davalı, malın rehine veya icare olduğunu iddia ederse, en sa­hih kavle göre davacı delil göstermedikçe sözü kabul edilmez. Da­vacı şahit gösteremezse ve davalı davacının malın ilk baştan beri mülkü olduğunu söylemesinden malın rehine veya icare olduğunu inkar etmesinden kor karsa, davalının bundan kurtuluş yolu şudur: Davalı davacıya: "Bu malın mutlak şekilde mülkün olduğunu iddia edersen onu sana teslim etmek bana lazım gelmez. Rehine olduğu­nu iddia ediyersen neye karşılık rehine olduğunu söyle ki ona göre cevap vereyim." der.

 

Bir kimse, başkasında bulunan bir aynın (gayri menkulün) kendisine ait olduğunu iddia eder de davalı: O benim değil veya tanı­madığım bir kişinindir veya küçük çocuğuma aittir veya fakirlere veya camiye ait vakıf malıdır derse, en sahih kavle göre bu iddialar­la dava son bulmaz ve mal davalıdan alınmaz. Delil yoksa, malı tes­lim etmek bana düşmez, demesi için davacı davalıya yemin ettirir.

 

Davalı, davacının iddia ettiği malın hazır bir şahsa ait olduğu­nu ikrar ederse, davacının bu şahısla davalaşması ve ona yemin et­tirmesi mümkündür. Konu hazır olana sorulur. Davalıyı tasdik eder­se dava kendisiyle görülür. Onu tekzip eders, mal ikrar edenin (da­valının) elinde kalır. Bir kavle göre, mal davacıya teslim edilir. Zayıf kavle göre, sahibi çıkıncaya kadar hakim malı muhafaza eder. Da­valı malın hazırda olmayan birine ait olduğunu iddia ederse, en sa­hih kavle göre davalı ile dava görülmez. Söz konusu şahıs hazır oluncaya kadar dava bekletilir. Davacının şahitleri varsa, ifadelerine göre gaib olanın aleyhine hüküm verilir ve şahitleri olmakla birlik­te davacı yemin de eder. Zayıf kavle göre hazır olanın aleyhine hüküm verilir.

 

Kölenin ikrarının kabul edildiği cezayı gerektiren davalar köle ile görülür. Davacıya karşı savunmayı da köle yapar. Kölenin ik­rarının kabul edilmediği ve noksanlık farkının verilmesi gibi mali davalar ise efendisi ile görülür.

 

 

2. Yeminin Keyfiyeti ve Ağır Yemin

 

Davacı ve davalının, mal ile ilgili olmayan veya mal kast edil­meyen davalar ile zekât nisabı miktarına ulaşan mali davalarda ağır yemin ile yemin etmeleri sünnettir. Ağır yemin ile ilgili açıklama "Lian" bölümünde geçti.

 

Kişinin kendi fiili konusunda yapacağı yemin, kesinliği ifade edecek şekilde olmalıdır. Keza dava müspet ise, başkasının fiili için yakacağı yeminde de yemin kesinlik ifade etmelidir. Dava menfi ise, menfilik konusunda bilgisinin olmadığına dair yemin etmelidir (Val­lahi filânın şu işi işlediğini bilmiyorum, demesi gibi).

 

Bir kimse mirasçısı olduğu şahsın birinde borcu olduğunu id­dia eder ve davalı "Alacaklı beni borcundan beri kılmıştır." derse, davacı davalının borçtan beri kılındığına dair haberi olmadığına ye­min etmelidir.

 

Bir kimse başkasına: "Kölen bana karşı şu kadar mal gerekti­ren bir cinayet işledi." derse, en sahih kavle göre davalı kesin yemin ile yemin eder. Ben diyorum ki; köle değil de "Hayvanın bana karşı cinayet işlemiştir." derse, davalı kesinlik üzere yemin eder. Allah da­ha iyi bilir.

 

Bir kimsenin kuvvetli zanla birisinin veya babasının yazısına itimat edip kesin şekilde yemin etmesi caizdir. Kesin şekilde yemin etmesini talep eden hakimin niyetine kati olarak itibar edilir. Yemin eden kişi yemini ile başka bir şeyi kast eder veya hakimin niyetine aykırı bir tevile niyet eder veya hakim işitmeyecek şekilde yeminini istisna ederek yemin ederse, Meselâ, "Vallahi yanımda yoktur." sözünü gizli söyleyip "İnşallah" sözünü açık söylerse, bu onu yalan yere yemin etme günahından kurtarmaz.

 

Bir kimseye yemin etmek vacib olur da davayı ikrar eder veya davayı üstlenmesi gerekirken inkar ederse yemin etmesi lazımdır.

 

Verdiği hükümde haksızlık etmemesi için hakime ve yalan söylememeleri için şahitlere yemin verdirilmez.

 

Davalı, kendisinin çocuk çağda olduğunu söylerse, kendisine yemin verdirilmez, buluğ çağma erinceye kadar dava bekletilir. Ye­min, husumeti derhal keser, fakat diyanet cihetiyle haktan beri kıl­maz. Davalı yemin eder de sonra davacı şahit gösterirse, şahitlerin ifadesine göre hüküm verilir. Davalı davacının kendisine bir defa ye­min verdirdiğini söyler, davacı bunu inkar ederse, davalı: "Daha önce bana yemin vermediğine davacı yemin etsin." derse, en sahih kavle göre sözü kabul edilir.

 

Davalı yemin etmekten çekinirse, davacı yemin eder ve da­vacının lehine hüküm verilir. Davalının yeminden çekilmesiyle ha­kim hemen davacının lehine karar veremez.

 

Yemin etmekten çekilmek davalının: "Ben yemin etmiyorum." demesi veya hakim kendisine: "Yemin et." der o da: "Yemin etmiyo­rum." demesi ile olur. Şayet hakimin verdiği emirden sonra susarsa, hakim onun yemininden ekildiğine hükmeder. Hakimin davacıya: "Yemin et." demesi, davalının yeminden çekildiğini ifade eder. Geri çevrilen yeminin hükmü bir kavle göre, şahidin hükmü gibidir. En zahir kavle göre, davalının davayı ikrar etmesi gibidir.

 

Davalı yemini reddettikten sonra, şahit gösterip hakkının edasını veya ibra edilmesini talep ederse davası dinlenmez. Davacı kendisine çevrilen yemini yapmaz ve bir sebep göstermezse, yemin etme hakkı düşer ve hasmına karşı dava açmayı da talep edemez. Şayet şahit getirmek veya hesabını görmek üzere bir sebep gösterir­se, kendisine üç gün mühlet verilir. Zayıf kavle göre ise kendisine ebedi olarak mühlet verilir.

 

Davalı, kendisinden yemin talep etme esnasında hesabını görmek için mühlet isterse, kendisine mühlet verilmez. Zayıf kavle göre ise, kendisine üç gün mühlet verilir. Cevap verme başlangıcında mühlet isterse, hüküm meclisi kapanmcaya kadar kendisine mühlet verilir.

 

Bir kimseden zekâtını vermesi talep edilir de o da zekâtını baş­ka bir zekât memuruna verdiğini veya tahmincinin (haris) hata et­tiğini iddia ederse, bu durumda yemin etmesi vacibtir. Yemin etmek­ten çekinir veya mazeret göstererek yeminini geri çevirirse, en sahih kavle göre kendisinden zekât alınır.

 

Veli çocuğunun bir şahısta borcu olduğunu iddia eder de o şahıs borcu inkar eder veya yemin etmekten çekinirse, veliye yemin verdirilmez. Zayıf kavle göre veli yemin eder. Bir başka zayıf kavle göre ise, veli bizzat kendisi malı borç verdiğine sebebi ile iddia eder­se, kendisine yemin verdirilir.

 

 

3. Delillerin Birbirleriyle Çelişmesi

 

İki kişi, üçüncü bir şahsın elinde bulunan bir malın kendileri­ne ait olduğunu iddia eder ve her biri delil gösterirse, her ikisinin de davası düşer. Bir kavle göre her ikisinin de delili kabul edilir. Bir başka kavle göre ise mal her ikisine taksim edilir. Başka bir kavle göre ise aralarında kura çekilir. Bir başka kavle göre ise durum an-laşıhncaya kadar veya ikisi anlaşmcaya kadar mal bekletilir.

 

Mal her ikisinin elinde olsa ve her ikisi de iki delil gösterirse, mal olduğu gibi kalır. Mal birisinin elinde olur da bir başkası şahit gösterirse, malı elinde bulunduran da şahit gösterirse, öncelik hakkı malı elinde bulunduranındır.

 

Önce davacının şahitleri, sonra malı elinde bulunduranın şa­hitleri dinlenir. Davacının delillerine göre mal davalıdan alınır da sonra davalı, mal elinden alınmadan kendi mülkü olduğu hakkında şahit gösterir ve şahitlerinin daha önce hazır olmadıklarına dair ma­zeret beyan ederse, davası dinlenir ve ona öncelik tanınır. Zayıf kav­le göre, şahitler dinlenmez ve verilen hüküm bozulmaz. Hariç olan (elinde mal olmayan kimse): "Sendeki mal benimdir, senden satın aldım." der, o da : "Hayır, bilakis bu mal benimdir." der ve her biri iki şahit gösterirse, hariç olana öncelik hakkı verilir. Yani mal ona verilir.

 

Bir kimse bir malın birisine ait olduğunu ikrar eder, sonra da kendisinin olduğunu iddia ederse, davasına bakılmaz. İkrar edilen­den kendisine intikal ettiğini söylerse davasına bakılır.

 

Bir kimsenin elindeki mal şahitlerin şehadeti ile alınır da son­ra, kendisi şahit göstererek malın kendisine ait olduğunu iddia eder­se, en sahih kavle göre malın kendisine intikal ettiğini zikretmesi şart değildir. Mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, taraf­lardan birinin şahidlerinin çok olması tercih sebebi olamaz. Keza bir tarafın şahidi iki erkek, diğer tarafın bir erkek ve iki kadın olursa bu da tercih sebebi olamaz.

 

Davada bir tarafın bir şahidi ve yemini olur ve diğer tarafın da iki şahidi olursa, en zahir kavle göre iki şahidi olan tercih edilir. Şa­hitler bir tarafın malı bir yıl, diğer tarafın ise daha fazla sürede elin­de bulundurduklarını iddia ederlerse, elinde malı daha fazla bulun­duran tercih edilir. Bu durumda malı hak eden aynı zamanda malı hak ettiği günden itibaren malın getirdiği ücret ve artışı da hak eder.

 

Bir tarafın delili mutlak (tarihsiz) şekilde olur da diğer taraf tarih belirterek delil gösterirse, mezhep alimlerince kabul edilen ri­vayete göre, her ikisi de aynı seviyede tutulur. Mal tarih belirtilenin elinde ise onun olduğuna hüküm verilir. Şahitler :"Daha düne kadar mal onun mülkiyetinde idi." derler de, "Halen onun mülkiyetinde­dir." demezlerse, davaya bakılmaz. Ancak şahitler: "Mal onun mülkiyetinden çıkmadı veya mülkiyetinden çıktığını bilmiyoruz." derlerse davaya bakılır.

 

Bir kimse geçmişte miras veya satış yoluyla veya başka bir yol­la bir mala sahip olur da şahitler: "Mal elan onun mülkiyetindedir." derlerse bu caizdir.

 

Şahitler mal sahibinin ikrarı üzerine malm dün onun mülkiye­tinde olduğuna şahitlik ederlerse, onun için bu mülkiyet devam eder.

 

Bir kimse bir hayvanın veya bir ağacın kendisine ait olduğuna şahit gösterirse, ağaç üzerinde mevcut meyveleri ve hayvanın yavru­sunu hak edemez. En sahih kavle göre, hayvanın karnındaki yavru­yu hak eder.

 

Bir kimse bir şeyi satın alır da sonra mutlak bir delille kendi­sinden geri alınırsa, ilk satıcıya aynı fiyatla geri verir. Zayıf kavle göre aynı fiyatla satıcısına vermez. Ancak davacı daha satın almadan Önce mülkü olduğunu iddia ederse kendisine iade edilir.

 

Bir kimse bir malın kendisine ait olduğunu mutlak şekilde id­dia eder ve şahitleri mülkiyet sebebini zikrederek şahitlikte bulu­nurlarsa, bunun bir zararı olmaz. Davacı bir sebep zikrederek malın kendisine ait olduğunu iddia eder de şahitler başka bir sebep göste-rirlerse bunun zararı vardır.

 

 

4. Davacı ve Davalının İhtilâfa Düşmesi

 

Bir kimse bir başkasına: "Bu evin bir odasını on liraya sana ki­raya verdim." der, kiralayan da evin tümünü on liraya kiraladığını söyler ve her biri birbirine zıt iki şahit gösterirlerse dava düşer. Bir kavle göre ise kiralayanın şahitlerine öncelik hakkı verilir

 

İki kişi üçüncü bir şahısta bulunan bir malın kendilerine ait ol­duğunu iddia ederlerse ve her biri delil göstererek malı satın aldığım, ücretini sayıp verdiklerini söylerler ve bildirdikleri tarih birbirine muhalif ise, tarihi eski olanın lehine hüküm verilir. Tarih­leri aynı ise şahitlikleri kabul edilmez. Her biri: "Şu kadara sana sattık." der ve delil gösterirler de tarihleri aynı ise davaları düşer. Tarihleri ayrı ayrı ise, davalının her iki davacıya paralarını geri ver­mesi lazım gelir. Keza tarih belirtmeksizin sattıklarını iddia ederler­se veya birisi tarih belirtir de diğeri tarih belirtmezse en sahih kav­le göre, davalının kendilerine parayı iade etmesi lazımdır.

 

Bir kimse ölür ve geride biri müsîüman diğeri hıristiyan iki ço­cuk bırakır da her biri: "Benim dinim üzere öldü." diye iddia ederse ve babalarının hıristiyan olduğu biliniyorsa, hıristiyan çocuğun iddi­ası tasdik edilir. Her ikisi mutlak şekilde delil gösterirlerse, müslü-man çocuğun ifadesi tercih edilir. Çocuklardan biri son sözünde şa­hadet kelimesini söylediğini iddia eder diğeri aksini iddia ederse, de­lilleri taarruz eder ve kabul edilmez. Babalarının dini bilinmez de her biri "Dinim üzere öldü." diye iddia ederse delilleri taarruz eder.

 

Hıristiyan olan biri ölür de geride biri müsîüman diğeri hıris­tiyan olan iki çocuk bırakır ve müsîüman olan: "Babam öldükten sonra müsîüman oldum, miras ikimize aittir." der, diğeri: "Ölmeden önce sen İslâm'a girdin." derse, müsîüman olan yeminiyle tasdik edilir. Her ikisi delil gösterirse, hıristiyan olanın delili tercih edilir.

 

Müslüman çocuğun ramazan ayında İslam'a girdiği hususunda görüş birliği ederler de müsîüman olan: "Babamız şaban ayında Öldü."der, hıristiyan olan da: "şevval ayında öldü." derse, hıristiyan olanın iddiası tasdik edilir. Ancak müsîüman çocuğun delili diğeri­nin deliline tercih edilir.

 

Bir kimse ölür, geride kafir annesi ve babası ile müsîüman olan iki çocuğu kalırsa ve bunlardan her biri: "Dinim üzere öldü." derse, yeminiyle birlikte anne ve babasının iddiası tasdik edilir. Bir kavle göre ise delil gösterilinceye kadar veya bir şey üzerine sulh yapınca­ya kadar mal bekletilir.

 

Bir kimse bir şahsın Salim ismindeki kölesini ölüm has­talığında azad ettiğine şahitlik eder, bir başkası da Ganim adındaki kölesini azad ettiğine şahitlik eder ve her bir kölenin değeri efendi­sinin malının üçte biri kadar ise, şahitlerin gösterdikleri tarihler de­ğişik olursa, öncelik hakkı tarihi eski olanındır. Tarihler aynı ise, aralarında kura çekilir. Mutlak şekilde tarih göstermeksizin iddia ederlerse, zayıf kavle göre aralarında kura çekilir. Bir kavle göre ise, her birinin yarısı azad edilir. Ben diyorum ki; mezhep alimlerince kabul edilen rivayete göre, her birinin yarısı azad edilir. Allah daha iyi bilir.

 

Yabancı iki kişi, bir şahsın ölüm hastalığında Salim adındaki kölesini azad ettiğine şahitlik eder ve değeri malının üçte biri kadar­sa, malın tümünü hak eden iki mirasçı onun köleyi azad etmekten döndüğünü ve Ganim adındaki köleyi azad etmeyi vasiyet ettiğini iddia ederlerse, Ganim'in değeri de malın üçte biri kadar ise Ga-nim'in hürriyete kavuşması kesinleşir. Her iki mirasçının fasık ol­dukları ortaya çıkarsa, karardan dönüş olmaz ve Salim azad edilir. Salim azad edildikten sonra Ganim de malın üçte biri kadar azad edilir.

 

 

5. Kaifin (Bilir Kişinin) Şartları

 

Kaiim müsîüman, adil ve tecrübeli olması şarttır. En sahih kavle göre, hür ve erkek olması da şarttır. Kaifin birkaç kişi olması ve müdlici kabilesinden olması şart değildir.

 

iki kişiden her biri tanınmayan bir çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ederse, durum kaife arz edilir, kaif çocuğu kime benzetir­se çocuk ona verilir. Keza iki kişi, bir kadınla cinsel ilişkide bulun­duklarını iddia etseler ve kadın her ikisine ait olması mümkün olan bir çocuk doğurur ve her ikisi şüphe ile cinsel ilişkide bulundukları veya ortak oldukları cariye ile cinsel ilişkide bulundukları konusun­da anlaşmazlığa düşerlerse veya bir kimse, cinsel ilişkiden sonra karısını boşar da bir başkası şüphe veya fâsid bir nikah ile onunla cinsel ilişkide bulunursa veya bir kimse cariyesini satar da alıcı ken­disiyle ilişkide bulunur ve bunlardan hiç biri ilişkide bulunduğu kadını ibra etmezse, çocuğun kime ait olduğu kaifçe tespit edilir. Ke­za en sahih kavle göre, bir kimse şüpheyle nikahlı bir kadınla cinsel ilişkide bulunursa hükmü aynıdır.

 

Yukarıda geçen misallerde kadın, her iki cinsel ilişki tarihin­den itibaren altı ay ile dört yıl arasında bir çocuk doğurur ve her bi­ri çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ederse, durum kaifçe tespit edilir. Her iki cinsel ilişkinin araşma bir hayız süresi girerse çocuk ikinci (en son ilişkide bulunan) şahısa tabi olur. Ancak birinci şahıs, sahih bir nikah ile kadınla evlenmişse durum kaife arz edilir.

 

Çekişen erkeklerin müslüman ve hür olmaları veya bunun ak-, si olmamaları hüküm açısından aynıdır.